Bölgeler arası dengesizlik mi, dediniz?

Olay 7-8 yıl önce Güneydoğu’daki illerimizden birinde geçer. Özel harekatçı polis memuru sivil olarak kahvede oturmaktadır. Sohbet başlar. İlin sakinlerinden yaşlıca biri, devletin bölgeye ilgi göstermediğinden yakınmaktadır. Sohbet ilerledikçe yakınmalar şikayete döner.  O zamana kadar sessizce dinleyen polis memuru söze karışır ve yaşlı ve devamlı konuşan bölge sakinine sorar:

“Senin kaç çocuğun var?” Cevap 8-10 gibi bir rakamdır.

Soruya devam eder: “Çocuklar için ne kadar yardım alıyorsun?” Belli bir rakam telaffuz edilir. Sorular devam etmektedir: “Kaç dönüm arazin var?”  “Ne kadar zirai yardım alıyorsun?” Yiyecek-yakacak yardımı olarak ne alıyorsun?”

Hepsinin cevabı verilir. Polis memuru, -bu arada- devamlı not almaktadır.

Son olarak sözü kendisi bağlar. “Bey amca, saydıuğın ve aldığın yardımların tamamı benim maaşımdan daha fazla. Sen bunları almak için hiç bir iş yapmıyorsun. Bense üç kuruşluk maaş için her gece- gündüz canımı tehlikeye atıyorum. Kalkmış bir de devlet bize bakmıyor diyorsun. Allahtan korkman; kuldan utanman yok mu?”

Bu soruya verilecek cevap bulamayan ihtiyar sessizce kahvehaneyi terkeder.

Bu olayı duyduğumda sosyal güvenlik yasa tasarısındaki yardımlara baktım: Güneydoğu’ya yöneltilen aile ve çocuk yardımlarının başlıkları şöyle idi: “Her anne adayı için doğum yardımı, her çocuğa aylık sağlık yardımı, her anne adayı için gebeliğin ilk 7 ayında gebelik yardımı, ilk ve orta öğretimde kız ve erkek öğrencilere aylık yardımlar”

Çocuk annekarnında ultrasonda görüldüğü andan itibaren ödenen mama ve bez paraları…

Bunlara ek olarak başta Sosyal Yardım ve Dayanışma fonu olmak üzere  her ilin mahalli yöneticileri tarafından belirlenen yardımlar…

Vergi vermeyen (çok az bir kısmı hariç), elektrik-suyun parasız olduğu geniş bir bölge… Okula giden her çocuk için devlet tarafından verilen yardımlar… Bir kaç günlük gecikmede okulu basıp geri alınan çocuklar….

Fakirlik ve sömürülmüşlük edebiyatıyla  provake edilen insanlarımız…

Sahi Çankırı’da, Kastamonu’da, Samsun Ayvacık ve Vezirköprü’nün köylerinde yaşayan gariban insanlarımızın suçu ne? Onların da değerli sayılmaları için ne yapmaları gerekiyor?

…..

25 Aralık 2010 tarihli gazetelerde kıyıda köşede kalmış bir haber:

“ Başkent Anklara’da ise vatandaşın sadece yüzde 10’a yakını kaçak elektrik kullanıyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) 2011-2015 uygulama dönemine ilişkin dağıtım faaliyeti kayıp kaçak hedefi oranlarını belirledi. Buna göre, Dicle dağıtım bölgesinde 2011 yılında yüzde 60.96’lik bir kaçak oranı öngörülürken, kaçak oranının 2015 yılında 29.01’e ineceği öngörüsüne yer verildi.”

Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde kaçak elektrik kullanımının nerelerde ve kimler tarafından yapıldığı da bilinen bir gerçek.

(Adam metalik somyayı tavana asmış. Elektrik tellerinden kaçak aldığı elektriğin kablolarını somyaya bağlamış. Evini ve hayvanlarını ısıtıyor. Elektrik parasını batıdakiler ve memurlar ödüyor.)

Olay Ankara’da geçer:

Ev olarak elektrik sözleşmesi yapan ve sonra işyerine çeviren aboneye ceza kesilir. Ödenmemesi üzerine elektrik kesilmesi için memurlar gelir. Abone itiraz eder. “Siz bana kesilen 3 kuruşluk cezayı takip edeceğinize, önce Güneydoğu’da hayvanlarını elektrikle ısıtanlardan alacaklarınızı tahsil edin!”

Memurlar sessizce terkederler…

Edirne’den enteresan bir haber daha:

“Kaçak Elektrik Kullanan Şahsa İlginç Ceza,

Edirne’de, 2 Yıl Boyunca Kaçak Elektrik Kullanmaktan Yargılanan Kişiye 6 Ay 20 Gün Boyunca “Sinemaya Gitmeme Cezası” Verildi. Sinemaya Gitmeme Cezası Alan C.e, “Ben zaten 25 yıldır sinemaya gitmiyorum, iyi ki kahvehaneye gitmeme cezası verdiler” dedi.

Edirne’de, 2 yıl boyunca kaçak elektrik kullanmaktan yargılanan kişiye 6 ay 20 gün boyunca ”sinemaya gitmeme cezası” verildi. Sinemaya gitmeme cezası alan C.E, “Ben zaten 25 yıldır sinemaya gitmiyorum, iyi ki kahvehaneye gitmeme cezası verdiler” dedi.

Dinime imanıma; Devlet ve adalet değil, “Çok güzel hareketler, bunlar.”

Kimbilir belki de adalet’in vicdanı ceza vermeye elvermediğinden böyle olmuştur.

Zaten Yılmaz Erdoğan da Siirtli değil miydi?…

………..

Türkçe’nin dışındaki dillerin yayılması ve kamusal alana çıkması konusunda Başbakan Erdoğan’ın çabaları ortadadır. Erdoğan’ın ‘dilimiz tektir’ demesi kandırmacadır ve bir anlam ifade etmemektedir. Ana dil düzeyinde kalması gereken ve mahalli ölçekte kullanılan bir dilin eğitim dili haline gelmesi için zımnen destek vermiştir. Erdoğan’ın yürüttüğü yıkım projesinde Türk ve Türkçe’ye ne varsa tartışılmıştır. Meclis’teki en son konuşmasında kendisinin sonununun nereye varacağını tahmin etmediği kıyaslama yapmıştır.

Sayın RTE, mecliste yaptığı konuşmasında: “2005’te Tek bayrak, tek millet tek devlet dedik,  Üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır, ben Kürt sorununu savunuyorum ama kürtçülüğün de(!) Türkçülüğünde karşısındayım.” demiş.

Noksan söylemiş. Gürcistan parlementosunda “Ben de Gürcüyüm” dediğini hatırlatmalıydı. Potemya’dan, Norşin’den bahsetmeliydi. Her seçim döneminde Türklüğü oy avlamak için kullandığını hatırlatmalıydı. Şehide “kelle” , çiftçiye “ananı da al git” deyişini tekrarlamalıydı.

Siirt’te okuduğu ve endisine iktidar yolunu açan şiirin, Türkçülüğün en önde gelen isimlerinden Ziya Gökalp’e ait olduğunu söylemeliydi.

Ardından da 25 yaşındaki gençlerin nasıl “gemicik” alabileceklerinin yolunu göstermeliydi.

Ama yüreği yemedi…

Cevabını sayın Bahçeli verdi: “Kürtçülüğe karşı olduğu kadar Türkçülüğe de karşı olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan’a hatırlatmak isterim ki, karşı olduğun Türkçülük hiçbir zaman ayrımcılık yapmamıştır, dağlara çıkmamış, ırkçılıktan uzak kalmıştır. Zaten farklı bir durum olsaydı emin ol ki sen bugün başbakan olmazdın…

Sen Türkçülüğün Esaslarını yazan rahmetli Ziya Gökalp’in şiirini okudun ve hapise girdin mağdurları oynadın. Bu milletin isminin Türk olduğunu duymazdan geldin. Şimdi de Türklükle Kürtleri karşı karşıya getirmeye çalıştın. Kürtlerle Türkler’in çatışması için bir niyet mi arıyorsun. Türklük sahipsiz değildir, Türk Milleti yalnız değildir.”

Ağzına ve yüreğine sağlık Devlet Bey!

Yüreğimize su serptin.

Devam!……

…………..

Ve bizim Amasya’lı,

Ahmet Koçak… Almanya’da yaşayan binlerce gurbetçiden biri. Trabzonspor fanatiği… Sekiz yaşından beri Trabzonspora gönül vermiş. Aslen Amasya, Merzifonlu. 20 yılı aşkın bir süredir Almanya’da Augsburg’da yaşıyor. Adının başharfi olan A ve TS 61 simgelerini plakasına almak için 17 yıl uğraşmış; sonuçta almış… Sonra da arabasıyla Trabzon’a gitmiş ve kulüp tesislerinin önünde resim çektirmiş.

Çocukluk ve gençlik çağları Merzifon’da geçmiş biri olarak, üzüleyim mi, kızayım mı bilemedim.

Allah akıl fiki versin. Bizim oralardaki bir atasözüne “cuk” uyuyor.

“Hep deli; hüp deli, beşlikteki de başını sallayan cinsinden deli!”

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir