Millet Olmak

Aile, sosyalleşmenin ilk adımı ve vazgeçilmez temelidir. Aile fertleri arasındaki birlik, bağlılık, dayanışma ve koruma duyguları, tüm sosyal kurumların dayanağıdır.  Aile, kültürü yaşatan ve gelecek nesillere aktaran en önemli kurumdur. Dolayısıyla aile, ferdi hayattan sosyal hayata (millet hayatına) geçişin başlangıç noktasıdır.

Ülkemizde sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Ziya Gökalp, sosyalleşmeyi, “Aile”den “Ok”a kadar sınıflandırarak, ailenin tekâmülü (gelişmesi) olarak adlandırmıştır. Aşiretten millî devlete uzanan devre ise, cemiyetin Aşiret-İl-İlhanlık-Sultanlık ve millî devlet aşamalarından oluşmaktadır.

O’na göre Türkler’de ailenin gelişmesi: Yuva-Ocak-Soy-Boy-Oktur. Türk aile yapısını ise dört bölüm hâlinde incelemektedir. Törkün: Aileden oluşmaktadır. Bark: Çocuklarının evlenerek yeni ev açmaları-aile kurmalarıdır. Soy: Ailenin yanında ikinci derece akrabalarla oluşmaktadır. Soy’da esas, “bağlılık” ve “sadakat”tır. Boy: Soyların birleşmesi ile ortaya çıkar.

Boyların (oymakların) birleşmesinden kabileler (ok) oluşur. Kabilelerin birleşmesiyle kabile birlikleri; onlarında birleşmesinden de devletler oluşur.

Devletleşme, milletleşmenin ön adımıdır. Gökalp devletleşmeden sonraki gelişimi kavim- ümmet- millet olarak 3 evre halinde tanımlar.

Zaman zaman bilinçsizce, millet yerine kullanılan “Halk” kelimesi, kesinlikle milletle eş anlamlı değildir. Halk, belli bir dönemde aynı bölgede yaşayan insanların bütününü ve genelde hayatta bulunan nesli ifade eder. Ki, bu terim, tarihte hiçbir zaman devlet kuramamış, ortak dil, din, coğrafya, bayrak ve idealler oluşturamamış feodal kabileler için geçerlidir. “Millet”te, kişileri birbirine bağlayan kuvvetli bağların yerini, “halk”ta, aynı toplumda yaşamanın zorunlu kıldığı maddî ve hukukî ilişkiler alır.

Sosyolojik açıdan, çok sayıda millet tarifleri yapılmıştır. Bu tariflerin ortak noktası dil, kültür ve duygularda birlikteliktir.

Alexandrovic Sorokin’e göre millet, “aynı milliyet duygusunu taşıyan, vatan, dil ve devlet ortak paydalarında birleşen topluluklar” olarak adlandırmaktadır. “Türk Sosyolojisinde Ana Sorunlar” isimli kitabın yazarı Baykan Sezer, millet oluşumunda üç ortak noktayı vurgulamaktadır: “Devlet kurabilme yatkınlığı, bünyesinde öbür halkları eritebilme özelliği, dış saldırı ve işgallere dayanabilme gücü.”

Sadri Maksudi Arsal, “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları” isimli kitabında “Nationalite” (milliyet) için, “Aynı dili konuşan, aynı millî seciyeye, müşterek tarihe, müşterek millî emellere malik olan kütledir” tarifini yapmaktadır.

Camille Jullian’ın 1913’te yaptığı millet tarifi kabul edilebilir görülmektedir. “Millet, uzak bir mazide, sıklıkla tarih öncesi devirde muayyen bir coğrafyada devlet kurmuş; uzun süre bağımsız olarak yaşamış; fertlerin birbiriyle kaynaştığı; dil, örf ve adet birlikteliği olan  kişi ve ailelerden oluşan toplumdur.”

Türkdoğan’a göre: “Her dili, kültürü aynı olan toplulukları millet saymak büyük bir yanılgıdır. Millet sosyolojik anlamda, tarihi ve toplumsal gelişimin bir sonucudur…….. Millet, öyle bir tarihi süreçtir ki, en son kademede ticaret ve sanayin gelişmesi, toplum yapılarının biçimlendirilmesi, ferdi hürriyetlerin kazanılması, sosyal devlet anlayışının güçlenmesi ve demokratik hak ve özgürlüklerin tanınması gibi bir seri sivil haklarla birlikte olur.”

Bu tariflerin hepsinin haklı oldukları kadar, yetersiz kaldıkları durumlar da vardır. Şurası bir gerçektir ki, Gökalp’in belirlediği millî kimliğin oluşma evreleri tüm milletler için geçerlidir. Öte yandan, Gökalp, “millet”i, “Dili dilime, dînî dînîme uyan bir millettir” şeklinde tarif  etmektedir.

Kanaatimizce milliyet duygusu, bir millete mensup fertlerin, geçmişe yönelik bağlılığın yanında; geleceğe yönelik emellerini paylaşmalarıdır.

Kemalist sisteme göre millet: “Aynı coğrafya üzerinde yaşayan, aynı kültür ve tarih bilincini paylaşan insanların oluşturduğu yapıdır.” Bu görüşü, H. Nihal Atsız, Türk Milleti, “Türk kökünden gelenlerle, Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen bir topluluktur.” sözleriyle ifade etmiştir.

Bu açıklamalardan sonra, dünyada bilinen milletlere sosyal antropoloji açısından göz atalım:

-Kavim milletler: Türkler, Çinliler, Japonlar gibi tek soydan gelen kişilerin oluşturduğu milletlerdir.

-Tarihî milletler: Tek bir ırkın meydana getirdiği kültürün, hâkim kültür olarak kabûlü ile diğer milletlerin eritildiği devlet yapılarıdır. Romalılar, Eski Yunanlılar, Fransızlar ve günümüz İtalyanları gibi.

Etnolojik açıdan millet: Ortak dile, millî seciyeye, tarihe millî ideallere sahip olan kütledir. Aynı ırktan gelen toplumları kapsar.
Örnek vermek gerekirse:
Slav ırkı: Ruslar, Polonyalılar, Çekler, Sırplar.
Cermenler: Almanlar, İsveçliler, Norveçliler, Danimarkalılar ve Hollandalılar
Türkler,
Latinler: İtalyan ve İspanyollar
Etnolojik kökene göre yapılan bu sınıflama, Avrupa ve Amerika’da bulunan milletler için sıhhatli görülmemektedir. Avrupa’da bulunan ve Slav, Cermen ve Latin olarak sınıflanan milletlerin kökenlerine bakılacak olursa şöyle bir durumla karşılaşırız:

a.    İberik yarımadasına gelen Vandal, Vizigot, Süev ve Alan kabileleri yerli halkla birleşerek bugünkü İspanyolların meydana gelmesini sağlamıştır.

b.    MÖ 8. yy dan itibaren Etrüsk yerleşimini izleyen Yunanların, Keltler’in, Pönler’in, İtalyotlar’ın, Vizigotlar’ın ve Lombardların göç veya istilâları sonucu yerli halk Latinlerle birleşerek bu günkü İtalyanların atalarını oluşturmuştur.

c.    Cermen kavimlerinin Avrupa’ya yayılarak yeni milletlerin oluşmasına yol açarken, Bu günkü Avrupa milletlerinin tarihinde Türk milletinin etkilerini de açıkça göstermektedirler. Anayurtlarında kalan Cermenler, daha sonra Alaman kabilesinin çevresinde yoğunlaşarak, bugünkü Almanya’nın temelini oluşturmuşlardır. Prof. Dr. László Rasonyi’ye göre bu günkü Almanya (Almanlar) altı ırkın karışmasından meydana gelmiştir.

d.    Eski Yunanistan’da ise, MÖ 2.000 başlarında, kuzeyden gelen Hint-Avrupalılar, yerli halkla karışarak Hellen’lerin atalarını oluşturmuştur. Ardından Mikenler’in, Dorlar’ın ve Akaların göç ve istilâları ile karışıma uğramıştır.

Bu günkü Avrupa’da Türk asıllı kavimler olarak Batı Hunlarının torunları olan millî kimliklerini kısmen hatırlayan Macarlar ve millî kimliklerini kaybetmiş Bulgarlar bulunmaktadır.

Kezâ, kuzeyden gelen başka arî kavimler ile yerli topluluklarla birleşmesiyle oluşan Hint topluluğu olmuştur. Hintlilerin devlet kurmaları ancak Gandi’nin önderliğinde olmuştur. Bu sebepledir ki, Hintlilerin milletleşme süreci halen tamamlanmamıştır.

Bu tespitlerden sonra, her iki sınıflamayı birleştiren üçüncü bir sınıflama daha yapmak mümkündür:
1. Bir kavmin veya akraba kavimlerin kaynaşıp gelişmesiyle ortaya çıkan kök milletler: (Türkler, Çinliler gibi.)
2. Değişik kavimler in kaynaşıp gelişmesiyle oluşan karışık milletler:
Fransızlar: Galyalılar, Franklar, Rurgondlar, Normanlar ve Vizigotlar.
İngilizler: Anglosaxon, Kelt, Norman Kavimleri.
Almanlar: Slav, Germen Kavimleri.

Bu sınıflamaya ek olarak Dr. Rıza Nur’un, Turanî kavimler için yaptığı sınıflamayı da vurgulamakta yarar vardır. Dr. Rıza Nur’a göre, Turan’da (Türk yurdunda) bulunan Türk dışı milletler ikiye ayrılmaktadır: Turan neslinden olan, fakat dili bizden ayrılmış ve asıllarını unutmuş milletler (Kürtler, Lezgiler, Çeçenler, Dağıstanlılar, Çerkezler, Gürcüler, Hıristiyan Kazaklar, Bulgarlar, Ulaklar) ve tamamen yabancı milletler (Ermeniler, Rumlar, Acemler, Ruslar, Çinliler).

Arsal’a göre, milleti oluşturan sosyolojik unsurlar: devletin varlığı, nüfus, vatan (coğrafi saha), bağımsızlık, dil birliği, kültür birliği, din birliği, ırk ve soy birliğidir. Bu tespitte ülkü birliğinin olmaması önemli bir eksikliktir.

1. Buna göre, feodal yapıdan devlet olma merhalesine ulaşamamış toplumlarda ortak millî şuûrun oluşması beklenmemelidir. Kabileleri dahi bir araya gelememiş halklardan millet olarak bahsedilmesi, -art niyetli değilse-  sosyolojik saçmalıktır. Ortak dil, dîn ve millî  kimlik olmadan milliyetten bahsedilemez.

2. Yeterli nüfusa ulaşamamış toplulukların, devlet haline gelmesi mümkün değildir. Üçyüz-beşyüz binlik ve hatta, bir –iki milyonluk nüfuslarla milliyetten bahsetmek mümkün değildir. Özellikle son 150 yılda ortaya çıkan çok düşük nüfusa sahip devletçikler, varlıklarını uluslararası stratejilere borçludurlar. İki milyonlık Kırım Özerk Cumhuriyetinde, % 13-14 oranındaki Tatarla ve % 24 oranında bulunan Adigelerden ismini alan Adige Cumhuriyetinde milli devlet ve milli kimlikten bahsetmek zordur. Nüfuslarının % 50’den fazlası Rus olan bu ülkelerde, millî din-dil ve kültür hakim unsur haline gelememiştir. Kırım tarihi geçmişine ve devletlerine rağmen halen Rus hegomanyası altında bulunduğundan milli kimliklerini ifadede sıkıntılar çekmektedir.

3. Toprak, kan-can ve zamanla vatan olur. Toprağı olmayan veya atayurduna ve dahi atalarının mezarlarına sahip çıkamayanların, devlet ve milletten bahsetmeleri abesle iştigaldir.

4. Bağımsızlık, millet olmanın vazgeçilmez kuralıdır. Hâlde veya tarihte, bağımsız bir devlet kuramamış hiçbir topluluğun milletleştiği görülmemiştir. Bağımsız ve hür yaşamak arzusu, devlet oluşturmanın ve milletleşmenin önemli bir faktörüdür. Bağımsız bir devlet kuran toplumlar, zaman içerisinde önce dinî sonra millî kimliklerini kazanmakta; daha sonra millî iradenin oluşmasıyla demokratik rejime geçmektedir. Bağımsız bir devlet olarak millî kimliğini kazanan toplumlar, daha sonra bağımsızlığını kaybetse dahi, millî kimliklerini kaybetmezler. Bağımsızlığın kaybedildiği esâret dönemlerinde, eskiden yaşanmış olan bağımsız devlet hatırası ve millî kimlik, yeni mücâdelelerin ilham kaynağını oluşturur.

5. Dil birliği; millet olmanın en belirgin göstergesidir. Milliyetler ortak dil etrafında oluşurlar. Dilini kaybeden milletler, kimliğini de kaybetmeye mahkûmdur. Türkçe, Türk Milleti’nin, İngilizce İngiliz Milleti’nin, Fransızca Fransız Milleti’nin millî mizacının tercümanıdır. Dil, ninnidir. Dil, ağıttır. Dil, destandır. Dil, türküdür. Dil, kültürdür. Dil milleti millet yapan değerlerin göstergesi; ses bayrağıdır; gönül sesidir.
Çarpıcı bir örnek olarak, Farslar yüzyıllar boyu başka kavimlerin himayesi altında kalmışlar ancak Firdevsî’nin gayretleriyle millî şuûra ulaşmışlardır. Burada, “Şehname”deki sözlerini tekrar hatırlamakta yarar vardır. “Bu otuz yıl içinde çok sıkıntı çektim. Ama bu Farisî ile Acem’i de dirilttim”. Fridevsî’nin bahsettiği “otuz yıl”, Şehname’nin yazılış süresidir. Tarih boyunca farklı kabilelerde kullanılan farklı dillerin, ortak bir dil haline gelmedikleri sürece, millî şuurdan bahsetmek mümkün değildir.

6. Din birliği; Milletlerin oluşmasında önemli bir role sahiptir. Gökalp’in belirlediği devlet-ümmet- millet oluşum seyri, milletleşmede dînî inançların önemini vurgulamaktadır. Tarihte millî dinlere sahip toplumların, millî değerlerini ve varlıklarını daha iyi muhafaza ettikleri görülmektedir. Şintoizmi millî din olarak kabul eden Japonya ile Museviliği millî din olarak kabul eden Yahudilerin millî kimliklerini korumakta gösterdikleri hassasiyete hayran olmamak elde değildir. Milletimizde ise, -İslâm öncesi- millî din hâlindeki Göktanrı inancı, Türklüğe ayrıcalık ve üstünlük psikolojisini sağlarken, millî kimliğin oluşmasında önemli rol oynamıştır. İslâmiyet’in Türk yorumunun millî inanç haline geldiği MS 10.-16. asırlar arası, tarihimizin en şaşalı dönemlerinden birisidir.

7. Irk ve soy birliği, dilin, kültürün ve birlikte yaşama ülküsünün ana kaynağıdır. Irk olmadan, soy-boy- ok- kabile oluşması mümkün değildir. Çekirdek ailelerden başlayan ırk gelişerek, milleti oluşturan kurumları hazırlayan en önemli olgudur. Günümüzde giderek değişen dünya şartlarında, aynı ırktan gelmiş; ancak farklı adlarda milletler oluşturmuş toplumlar yeniden birleşme eğilimindedir. Soya aidiyet şuuru birliktelik, büyümenin ve güçlü olmanın ilk ve en önemli adımıdır.

Konuyu destan şairimiz rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun dizeleri ile bağlayalım:

“Ben Türk’üm! de, dur sözünde,
Yürü Bozkurt’un izinde
Kalmasın şu yer yüzünde
Şerirlere şer meydanı.

Tanrı Kut Mete Çağı’ndan,
Son Peygamber kucağından,
Hacı Bektaş ocağından,
Açık bize sır meydanı.

Hayaller kalınca güdük
Açıldı surlarda gedik…
Mehter sustu, öttü düdük,
Rezil oldu er meydanı!”

 

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir