Jeopolitik

19. yy’ın sonlarından itibaren, uluslararası mücadelelerin yoğunlaşması, konvansiyonel silahların, kitle iletişim araçlarının artması ve “topyekün savaş” teriminin siyasî literatüre girmesiyle, devletlerin-milletlerin güçlerinin değerlendirilmesinde farklı parametreler gündeme gelmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra nükleer enerjinin savaş ve barış amaçlı kullanımı, 20. yy’ın ikinci yarısından sonra hızla küreselleşen dünya’nın yaşadığı dehşet dengesi ve bunun paralelindeki toplum mühendisliği uygulamaları, devletlerin güçlerinin sadece askerî açıdan değil, çok daha farklı faktörlerle değerlendirilmesini gerektirmiştir. Artık askerî güç, devletlerin güçleri içerisinde sadece bir bölümü oluşturmaktadır.

Coğrafî, tarihî ve sosyo-ekonomik verilere dayanan devlet gücünü ifade etmek için günümüzde, “jeopolitik” terimi kullanılmaktadır.

Napoléon Bonaparte (1769-1821), “Ülkelerin kaderlerini coğrafyaları belirler.” sözü ile jeopolitiğin önemi vurgulamakla birlikte; Jeopolitik tanımlamasının ilk kullanımı 19. yy’ın sonlarındadır. İsveçli bir coğrafyacı olan Rudolf Kjellen (1864-1922), jeopolitiği “coğrafi teşekkül veya yer içinde, ilmî olarak devletin araştırılması” olarak tanımlamıştır. Bir başka deyişle jeopolitik, devlet varlığının tabiat kanunları ve insanların davranışları açısından araştırma ve değerlendirilmesidir. General Profesör Karl Ernst Haushofer (1869-1946) ise jeopolitiği “coğrafî bölgenin ve tarihî gelişmelerin etkisi altında devletin üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisi” olarak ifade etmiştir. Yine Haushofer’e göre jeopolitik; “yeryüzü ilişkilerinin siyasî gelişmelerle olan bağlantısının ilmi”dir.

Öte yandan jeopolitiği, “bir ülkenin dünyadaki yerine bağlı olarak sahip olduğu askerî, siyasî ve ekonomik önemi” olarak tanımlayanlar da vardır.

Korg. Suat İlhan (1925-….), jeopolitiği; “coğrafyanın bütün türleri ve verileri ile aktifleşmesi” olarak tanımladıktan sonra sürecin, bugünkü ve gelecekteki politik güç ve politik amaç ilişkisinin coğrafî gücü esas alarak incelenmesini kapsadığını ifade etmektedir. Burada coğrafî platform üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmek esastır. Böylece politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurulur. Devletlerin güvenlik, gelişme ve kalkınma politikası da bu zemin üzerine oturtulur.[1]

Muzaffer Özdağ jeopolitiği şöyle açıklamaktadır: “Jeopolitik, devletler arası ilişkilerde, devlet kudretinin oluşumunda, kuvvet dengelerinin şekillenmesinde kapsamına aldığı kaynaklarla ülkelerin, hayat ve faaliyet alanlarının, mekanların, doğanın, coğrafi konumun etkisini belirleyen, vurgulayan bilgi disiplinidir.

Coğrafi mekanlar; karalar, denizler, ovalar, dağlar, nehirler, deltalar, boğazlar, çöller, ülkeler, kıtalar; toplumlara yaşamaları, gelişmeleri, kudret oluşturmaları hususlarında sağladıkları imkânlar, kolaylıklar, ihdas ettikleri engeller, güçlükler çerçevesinde devletler arası ilişkilerin şekillenmesini, tarihin akışını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak etkilerler.”[2]

Ahmet Davutoğlu, jeopolitiğin önemini vurgularken, süre ve istikrar faktörlerini ön plana çıkarmaktadır: “Zihniyet ile strateji arasındaki ilişki, coğrafi verilere dayalı mekan algılaması ile tarih bilincine dayalı zaman algılamasının kesişim alanında ortaya çıkar…….

Milleti ezeli bir siyasi birlik ya da hemen değişebilir insan topluluğu olmaktan çok, istikrarlı bir tarih sürecinin ürünü olan ve uzun tarih dilimleri içinde oluşan birliktelik olarak kabul edersek stratejik zihniyetin aynı zamanda bir kimlik bilincinin tarihî süreç içeinde biçimlenmesinin ve yeniden şekillenmesinin sonucunda ortaya çıktığını ve geçici siyasi dalgalanmaların ötesinde süreklilik arz ettiğini görürüz.”[3]

Kısaca jeopolitik ülkelerin özel konumunlarından dolayı kazandığı askeri (stratejik), siyasi ve ekonomik önemi ifade etmek için kullanılan kavram, bir devletin savunma politikasını ve savunma stratejisini tarihî-coğrafi faktör ve olayları dikkate alan planlama esasları olarak tanımlanabilir.

Jeopolitik, konu olarak,

  1. Coğrafya, ekonomi, nüfus vb.faktörlerin devletlerin politikaları üzerindeki etkisini,
  2. Bir devlette bir bölgede uygulanan politikayla o yerin coğrafyası arasındaki ilişki.
  3. Bir devletin saldırgan nitelikteki genişlemesini, ekonomik ve siyasi coğrafya açısından haklı kılmaya yönelik siyasi öğretiyi esas alır.

Bununla beraber jeopolitiğe gereğinden fazla değer verildiğini, esas olanın insan ve toplum olduğunu ileri sürenler de vardır. Onlara göre: “Coğrafya’ya politik bir mana ve etki kazandıran, onu kullanıma açan, tasarruf eden insandır, toplumdur.”[4]

 “Jeopolitik konum başlı başına bir değer değildir. Jeopolitik konum bu konuma uygun bir tarzda ortaya konan bir dış politika stratejisinin etkin aracı olması halinde değer kazanır.”[5]

Tabiata insanın üstünde güç atfetmek yanlıştır. Beşeriyet, medeniyet, teknoloji gibi coğrafya’ya da hâkimdir. İnsan faktörü olmadan coğrafyanın güç olması mümkün değildir. Karşılıklı olarak etkilenmeyen, iletişim kurulamayan ve ulaşılamayan bölgelerde jeopolitikten bahsedilemez.[6]

Övgü gibi kullanılan “jeopolitik önem” ifadesi, o “önemi” kullanabilecek erki ve devlet adamını gerektirir. Coğrafyaların önemini değerlendirmek ancak güçlü devletlerin işidir. Kuvvetli devletin jeopolitiğini kimse konuşmaz-tartışmaz. Örneğin,  ABD’nin yahut Soğuk Savaş dönemi Rusya’sının jeopolitik öneminden bahsedilişine rastlanılmaz.[7]

Statik dış politikalar, jeopolitiğin sağladığı avantaj ne olursa olsun, bırakın bölgesel güç olmayı kendi sınırlarını bile koruyamaz. Halen ülkemizin yaşadığı durum budur.

Jeopolitik, iyi devlet adamları ve kuvvetli ellerde, -uluslararası siyasî literatürdeki deyimleri ile-, de facto veya de jure güç-yaptırım potansiyelidir.[8]

Uluslararası ilişkilerde De facto ve de jure hukukî ve fiili durum anlamını taşır. İkisi arasındaki fark, (bir devleti) de facto tanıma geri alınabilir, de jure tanıma geri alınamaz.

Uluslararası antlaşmalara bağlı (de jure) güvenlik garantisinin yetersiz olduğu durumlarda de facto sonuçlar kaçınılmazdır. Burada üzerinde durulması gereken husus de jure güvenlik garantisini ve kısıtlamaları kabul etmeyen devletlerin de facto uygulamaları tercih etmesidir. Çarpıcı örneği, Golan tepelerini işgal eden İsrailli birlikten  bir subayın BM görevlisine verdiği cevaptır. İsrailli subay, kendisine BM’in aldığı ateşkes ve geri çekilme kararı karşısında, “BM neresi? Buradan pek gözükmüyor.”cevabını vermiştir.


[2] Muzaffer Özdağ. Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği. Avrasya –Bir Vakfı Yayınları. Ankara, 2003. S 9.

[3] Ahmet Davutoğlu. Stratejik Derinlik.75. baskı Küre Yayınları İstanbul 2012. S 29.

[4] Muzaffer Özdağ. Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği. Avrasya –Bir Vakfı Yayınları. Ankara, 2003. S 11.

[5] Ahmet Davutoğlu. Stratejik Derinlik.75. baskı Küre Yayınları İstanbul 2012. S 117.

[6] Muzaffer Özdağ. Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği. Avrasya –Bir Vakfı Yayınları. Ankara, 2003. S 12.

[7] Mehmet Akif Okur. Amerikan Dış Politikası ve Orta Asya: Dünya Düzeni Değişirken İlişkilerin Geleceği Üzerine Düşünceler. “Bölgesel ve küresel politikalarda Orta Asya.”  Ed.  Savaş Kafkasyalı. Ahmet Yesevî -Üniversitesi Yayınları . Ankara-Türkistan 2012. Sh 247-265.

[8] (Defacto: 1. Bilfiil, fiilen, hakikatte. Bir şeyin de facto var olması, onun meşruluğuyla ilgili bir tartışma henüz yapılmadığı veya meşruluğu henüz pozitif hukuk tarafından tanınmadığı (hatta bazen reddedildiği) halde var olmasıdır. 2- Bir şeyin de facto var olduğu söylendiğinde, sadece, onun, varlığının meşruiyetiyle ilgili sorular ortaya çıkmadan veya bu tür sorulara olumsuz cevap verilmiş halde var olması kastedilir.)

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir