Aşk Ahlakına Dair

“Karşılıksız aşk sapıklıktır.” buyurmuş beyimiz. -Altmışı aşmış yaşına rağmen- asla karşılıksız bir aşk yaşamayacağını söylemiş, İlhan Şeşen beyimiz.

Yuh olsun!… Adam aşkı karşılıklı olursa kabul ediyormuş. Yani sosyete tipi karşılıklı aşk. Her ay değişen; Maçka’da, Tarabya’da adı aşk olan; Zeytinburnu’nda, Londra asfaltında, Beyoğlu’nda ad değiştiren, hayvani duygulardan beslenen et ticareti…

Adam adına “aşk” diyor, bu kepazeliğin…
Hasretin ve kavuşamamanın beslediği, ayrılık rüzgarının yangına çevirdiği yüce aşk için ne basit ifade…
Basit ve utancın farkına varmazken; gündüz parlayan-gece parıldayan ışıklar saçan aşk ehline küfürler savuruyor. Bırakın karşılıklı aşkı veya kavuşmayı, aşk ehli olmak için canına kıymayı gerekli gören ol gönül erlerinin mezarlarında kemiklerini sızlatarak…
“Meyl-i canan etmesin her kim ki kıymaz canına” diyen o eskilerin yanında, büyük sahra kadar kurak ve rahmetten ırak…

Sevmek için, sevilmek istemek.. Sığ gönüllerin eseri.

Sevmek için kavuşmayı şartını koşmak… Ne kadar ayıp. Tükürürüm böyle aşka…

…………..

Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi diyor ki: “Aşkı olmayanın ne dini vardır ne de imanı. Allah aşkını ,“Vahdet-i vücud” la birleştiren Mevlana, sanki ona cevap veriyor: “Aşka uçmayacaksan kanat neye yarar.”

Yunus Emre için aşk, insanı ölümsüzlüğe götüren yol imiş:

“Ölen hayvan imiş
Âşıklar ölmez.”

Diyeceksiniz ki, onlar farklı bir yolun yolcuları… Onların aşkı başka imiş.

İlhan Şeşen Efendinin adını onların yanına koymak… Haklısınız; bu tavır onlara hakaret olur… Onlar için aşk, varlıkta yok olmakmış.

Şimdikiler içinse, aşk, saygının ve sevginin yok edilmesi…

……………..

Levent Yüksel, istediği onurlu aşkı bakın nasıl tarif ediyor:

“gel, sokağıma gel
penceremi aç, yatağıma gel
hadi hazırım yeter ki
onursuz olmasın aşk
ölürüm yoluna ölürüm de
yine boyun eğmem
yakarım dünyayı uğruna
ama sana eğilmem.”

Adamın “aşk” dediği, sevdiğinin yatağına gelmesi; “onurlu” dediği davranış ise sevdiğinin önünde eğilmemesiymiş.

Tüh ervahına…

“Sarı saçlara bağlanan deli gönüller”, sevdiği için can verenler, ince hastalıktan ölenler, sevdiğinin yüzüne bakamaya kıyamayanların şeref ve şanla yaşadıkları aşk, ancak bu kadar kirletilirdi. Gel de “Seni ele sevirem ki” diyen “Dadaşın aşkı”na yanma:

“Seni ele sevirem ki…
Diyacahsan ki niye ?
Ne bilim işde ele !
Seni görende bir hoş olir,
ölir, ölir, ölirem…
…..

Yassı olir, sekide eymek yiyeceğam.
Civil lavaşi dürüm edir, tam kıtliram,
Sen ahlıma gelirsen, boğazimda dügümlenir, yiyemirem.
Gene diyirsen ki niye?
İşde ele…
…….

Gün gibi gelir, ay gibi gidirsen.
Beni yiye yiye bitirirsen.
Hep ömrümden götirirsen.
Seni sevdigimi de coh ey bilirsen.”
……….

Levent Yüksel Efendi’nin, onursuz olmasın dediği aşkına karşılık; bir de seven, ve fakat sevdiğini söyleyemeyen Garip Gakkoş’un sevdiğinden yediği onur kırıcı fırça karşısında, yürekler dağlayan sessiz çığlığına saygı duymamak mümkün mü? “- Sevik da nazlım, takip de mi etmiyek?..”

Sormak isterim: Sizce hangisi daha yüce? Sevdiğini yatağa davet eden ve asla önünde eğilmeyeceğini haykıran Levent Efendi mi? Yoksa, onurunun kırılması pahasına, sevdiğini “sadece ve sadece takip eden” Gakkoş mu?

…………….

Mustafa Sandal Efendi yazmış, bestelemiş; kırkını geçmiş bağyan (!) sanatçımız mikrofondan bağırıyor:

“Bandıra bandıra ye beni
Hiç doyamazsın tadıma
Bütün numaralar bende
Sende var benim farkıma
Kalmasın aklın başka yerde
Ne işin var başka yerde
Bandıra bandıra ye beni
Hiç doyamazsın tadıma.”

Tek noksanları kalmış: Nasıl bandırılacağını söylemiyor. (!)

Aşkın kendi güzelliği.. Izdırabın, elemin, hasretin, özlemin, ayrılığın, kavuşmanın güzellikleri… Heyhat onların artık anlamı kalmadı galiba…

“Ben seni hiç sevmedimki” diyen İbrahim Sadri, ne güzel anlatmış:

“Ben seni Hiç sevmedimki…
Beni yola koduğunda ayrılmayı sevdim
Kurşunları sevdim beni vurduğunda
Ağlamayı sevdim unuttuğunda
Yalnız olduğumu anladığımda ayakta kalmayı sevdim
Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda
Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği
……..

Gittiğin zaman gitmeni sevdim
Evreni sevdim geldiğin zaman
Kalmanı sevmedim korkuyordum sana alışmaktan
Yinede sevdim gülümsemeyi
Mendilimi sallarken seni götüren trenin arkasından
Kırlara ilk kar düştüğü zaman
Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim
Seni içimde öldürdüğüm zaman.”

Sevdalar da eskidenmiş. Sevilenin hayalinin cihan değdiği, gizli kalan aşkların yürek yangınlarına sebep olduğu, haykırılamayan sessiz çığlıkların-“Offf” ların ancak şarkılarda yer bulduğu dönemler eskidenmiş.

Bâki Süha Ediboğlu’nun sözlerini Selâhattin Erköse bestelemiş:

“Kapat şu pencereyi aşkımız gizli kalsın
Bizi kimse görmesin saatler sessiz çalsın
Sızmasın dışarıya sesin, rengin, bakışın
Bizi kimse görmesin saatler sessiz çalsın.

………

Çok değil elli yıl önce, Şekip Ayhan Özışık’ın aşkına dair hayali, günümüze oranla ne kadar masum. Sadece, sesini-bestesini sevdiğine duyurmak arzusunda:

“Açık bırak pencereni
Örtme perdeyi bu gece
Sana yazdım bu şarkıyı
Sana yaptım bu besteyi
Rüzgarlar sesimi getirebilsin.”

Artık ne öyle beste yapılan maşuklar kaldı; ne de öylesine beste yapan aşıklar.

Günümüz bestelerinden bir örnek: Aysel Gürel’in sözleri ve Onno Tunç’un müziğini Sezen Aksu söylüyor; hayır “işsiz” kalmış haykırıyor:

“Ah içimizde ne aç hevesler
Arada hicaz arada caz nefesler
Bir yanımız her duruma müsait
Ne kadar uyarsa o kadar ister.
Aaaaahhhhh…”

Allah’tan, hangi yanının hangi duruma müsait olduğunu açıklamamış…

……………….

Yüreğim yanıyor dostlar…

Eski aşıklar, aşklarını alıp sonsuz aleme gittiler. Meydan, hayvani duygularını aşk zanneden, aşk diye söyleyen, aşktan nasipsizlere kaldı.

Ya bizim nesilden, Bahaeddin Karakoç gibi, aşkı, yaratanın yarattıklarında arayanlar…

Onlar bu devrin adamı değiller. Dünyaya gelmekte geç kalmışlar. Arada bir –belki- çıkıyorlar:

“Kartallara mezar olmuş kayalar
Aynalı mağara vakti mayalar
Yolda ceylan gibi seker yayalar
Yeşilırmak benden sevdalısın sen.”

Tüm aşk-sevda ehline selam olsun!…

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir