Batı Türklüğü’nde iskân politikaları üzerine düşünceler

 

Kenan Erzurumluİskân kelime anlamı itibarıyla yerleşme (devlet tarafından yerleştirilme) anlamı taşımakla birlikte tarihve sosyoloji bilimleri açısından konar-göçer aşiretlerin veya bir bölgede bulunan yerleşik halkın başka bir bölgeye yerleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Batı Türklüğü’nün tarihi, iskȃnlardan kaynaklanmaktadır.

Batı Türklüğünün iskȃn politikaları, Batı’ya göç ile başlayıp, günümüze kadar devam eden bir süreci oluşturur. Ön Asya’nın ve Rumeli’nin yurt edinilmesini sağlayan en önemli faktörlerin başında gelir. Bu süreç, siyasi hakimiyetin sağlanmasını amaçlı olduğu kadar, Müslümanlığın yayılmasını da amaçlamıştır.

Çeşitli kaynaklardan M.S. 1000 yıllarında başlayan Oğuz göçü ile Anadolu’ya gelen Türkmen sayısının 600 bin ile 3 milyon arasında olduğu; aynı dönemde Anadolu’nun nüfusunun 5 milyon civarında olduğu kabul edilmektedir.

1260’lı yıllarda İbn Sa’d Kastamonu’ya, “Türkmenlerin Başkenti” adını vermiştir. Yine onun kaydına göre, bu tarihlerde Kastamonu bölgesinde 100 bin çadırlık Türkmen göçünden bahsetmiştir.[1] İbn-i Batuta ve Al Umari, 1300’lü yılların başında Denizli civarında 200.000 çadır Türkmen’den bahsetmektedirler.

Orta Asya’dan Anadolu’ya yapılan Türk boy ve aşiret göçleri, IV. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Anadolu’nun yurt edinilmesini sağlayan bu süreç içerisinde Osmanlıların iskân politikalarının rolü çok büyüktür. Osmanlı iskânları gelişigüzel değil, belirli bir plan-program çerçevesinde gerçekleşmiştir. Mamafih, Osmanlı ve İslȃmiyet öncesi Anadolu’ya Türk göçleri de stratejik açıdan büyük öneme sahiptir.

Anadolu’ya Türk-Oğuz göçleri İslȃmiyet öncesi dönemi ve yaşandığı çağa-coğrafyaya ve amacına bağlı olarak farklı özellikler gösteren Osmanlı’da iskân politikaları, toplam beş başlık altında incelenebilir.

Kenan Erzurumlu

  1. İslȃmiyet öncesi Anadolu’ya Türk göçleri: Tarih öncesi dönemi bir tarafa bırakırsak; Türklüğün batıya göçlerine ait kayıtlar MS 3.-4. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Avrupa (Batı) Hun Devleti döneminde oluşan bu göç, tüm Avrupa’nın demografik ve sosyal yapısını değiştirirken, Batı Hunlarının torunları çağlarını etkileyen siyasi-askeri güç oluşturmuşlardır. Çoğunluğu Hıristiyanlaşan bu guruplar, dönemin devletleri tarafından anlaşmalarla veya para ile anlaşılarak sağlanan savunma unsurunu oluşturmuşlardır. Hemen belirtelim ki, Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya akan atalarımızın Anadolu’ya gelişleri, en azından 200-300 yıl geçtikten sonra, Kafkasya’da bulunan Hıristiyan devletler veya Bizans’ın yardım istemesiyle olmuştur. Kafkasya’da bulunan Gürcü Krallarının, XII. yüzyılın başından itibaren Selçuklularla aralarındaki mücadelelerde güç sağlamak için Kıpçak ve Kumanları bölgeye davet etmeleri ile gelen Türkler, bu günkü Acaraların atalarını oluşturmuştur. Selçuklulara karşı Gürcülere yardım eden Kıpçaklar (Acaralar), daha sonra Müslümanlığı kabul ederek Kartvel kökenli olan gerçek Gürcülerden din olarak ta ayrılmışlardır.

Kafkasya üzerinden gelen bu göçlerin sonucunda, günümüzde Türkiye’nin kuzeydoğu kesiminde yaşayan halklar oluşmuştur.

Öte yandan,

Bizans döneminde Anadolu, İslȃm orduları sınırlara dayanana kadar, hakimiyet bölgesi idi. Bu dönemde Bizans topraklarında ciddȋ tehdit yaratan unsurlar, genellikle Batı (Avrupa) kaynaklı idi. İslȃm ordularının Bizans sınırlarına dayanması ve hatta Bizans’ı kuşatmaları, Bizans’a doğuda sınırları koruyacak askeri güç aramaya itmiştir. Bu ihtiyaç, Balkanlar ve Doğu Avrupa’da bulunan müttefikleri konumundaki Uz-Peçenek-Bulgar Türklerinin doğu sınırlarına iskanı ile çözümlenmeye çalışılmıştır. Sarışın Peçenek ve Uz kabilelerinin yerleştirildiği güneydoğu bölgeleri (Van-Hakkari) daha sonra torunları “Baba Kurdȋ” olarak adlandırılmışlardır.

Bizans tarafından aynı amaçla doğu Karadeniz ve Güneydoğu’ya yerleştirilen Bulgar Türkleri ise yerleştirildikleri bölgelere kendi adlarını vermişlerdir. Genelde dağlık kesimlere yerleşen göçebe Bulgar Türkleri, yerleştikleri yerlerin, “Bulgar Dağları” adıyla anılmasına sebep olmuşlardır. Bu ad, zaman içerisinde “Bolkar Dağları”na dönüşmüştür. Nitekim Osmanlı tarihi kaynakları incelendiğinde, Toros Sıradağlar’nda (Bulgar / Bolkar dağları, günümüzde Konya, Niğde ve İçel illerinde), Canik’te (Bulgar Dağları) ve Bayburt ile Trabzon arasında bulunan ve Fatih’in yaya olarak aştığı Bulgar Dağı (bugünkü Kemer Dağları) bulunduğu görülmektedir.

  1. Büyüme-gelişme dönemi iskanları: Osmanlı topraklarına yeni ülkelerin katılması sürecinde yapılan uygulamalardır. Bu dönemdeki iskȃn politikalarının amaçları, “fethedilen yerlerin İslamlaşmasını, Ele geçirilen toprakların yurt edinilmesi ve nüfus hâkimiyetinin sağlanması, fetihlerin kalıcı olmasını, güvenliği sağlamak, tımar sistemini uygulayarak tarımsal üretimi artırmak, konar-göçer Türkmenlerin yerleşik halka zarar vermelerini önlemek”tir. Bu amaçla Doğudan gelen Oğuz göçlerinin ilk aşamada Erzincan, Malatya, Elazığ, Maraş hattında yerleştirilmelerini takiben Orta ve Batı Anadolu’ya iskânları şeklinde olmuştur. Daha sonra, Batıya akan Oğuz boyları, Konya, Aksaray, Karaman bölgelerine yerleştirilmiş ve söz konusu bölgeler, adeta bir Türkmen deposu gibi görev yapmıştır. Nitekim 14.-16. yüzyıllar arasında Rumeli ve Karadeniz bölgelerindeki fethedilen yerlere, bu bölgelerdeki aşiretlerden iskȃn edilmiştir.

Osmanlı toprak sistemi, yeni ele geçen tüm topraklara uygulanmıştır. Buna göre: Fetihlerle ele geçirilen toprakların yarısından fazlası “has-zeamet- tımar”, sistemine uygun olarak savaşlarda yararlık gösteren askerlere dağıtılırken; kalan kısımlardan, has” sayılarak gereğine göre şehzadelere, vezirlere, beylerbeyilerine, mirlivalara ve ileri gelen devlet ricaline pay verilir, sonra da kalanı “Hass-ı Hümayun” adıyla devlet hazinesine bırakılırdı. Miri arazi olarak tanımlanan devlete ait araziler de bunlara dahildir.

Bu noktada, yörük, türkmen, aşiret kavramları üzerinde kısaca durmakta yarar vardır: Yörük, Türkmen, konar-göçer, aşiret, boy, cemaat gibi kavramlar, sıklıkla birbirleriyle karıştırılmaktadır. Osmanlı Devleti’nde Türkçe konuşan göçebelere “Türkmen”, yerleşiklere ise “Türk” denilmekteydi. Zamanla şehirlerde yaşayanlara da “Osmanlı” denilmiştir. M. Halil Yinaç’a göre, “Türkmen, Türkün aşiret kısmıdır.”

Coğrafȋ bölgelere bağlı olarak, “il”, “el” veya “ulus” adı altında gruplandırılan Türkmenler, “boy”, “cemaat”, “oymak” ve “oba” şeklinde kollara ayrılmıştır.

Rumeli’ye ilk geçen Osmanlı komutanı Süleymân Paşa zamanında, konar-göçer durumda olan aşiretlerin Rumeli’ye Rumeli’ye yerleştirilmeleriyle başlayan Osmanlı’nın Avrupa’daki iskȃn politikaları, Yıldırım Bâyezîd devrinde 1400-1401 yıllarında tuz yasağını kabul etmeyen ve Menemen ovasında kışlayan Göçerevli aşiretinin Filibe’ye; Çelebi Mehmed zamanında isyân eden Tatarlar’ın, Dobruca’ya yerleştirilmeleri ile devam etmiştir.

Oğuz boyları, miri arazilere, Osmanlı devlet yapılanmasındaki, sancak (liva), kaza, nahiye, köy şeklinde iskȃn edilirlerdi. Daha aşağı seviyede, Mezra, Çiftlik, Yayla, Kışlak, Kom, Oba olarak adlandırılan yerleşim yerleri bulunurdu.

İskȃn edilen Oğuz boyları, bir yandan askeri gücü oluştururken, diğer yandan bölgenin Müslümanlaşmasını sağlamışlardır. Hemen belirtelim ki, İ’lâ-yı Kelîmetullah davasındaki Osmanlı’nın, fethedilen bölgeleri Türkleştirmek gibi bir kaygısı yoktur. İskan politikasının özü, İslȃm’ın yayılmasıdır. Fatih döneminden sonra ise Osmanlı İmparatorluğunda millilik vasfı tamamen kaybolmuştur. İstisnası, Sultan II. Abdulhamid dönemidir.

Osmanlı, “İ’lâ-yı Kelîmetullah” davasıyla, gaza anlayışıyla hem topraklarını genişletmiş, hem de İslam dininin yayılmasına hizmet etmiştir.

Osmanoğulları bir taraftan fethettikleri toprakların yerli halklarına serbestlik tanırken, diğer taraftan yeni iskân yerleri oluşturmuştur. Yurt edinilecek topraklara yerleşen gazi dervişan, gerekli moral ve inanç desteğini sağlarken; yerleşik halka nazaran daha savaşçı bir yapıya sahip olan konar-göçerler de askeri kontrolü gerçekleştirmişlerdir.

 

 

  1. Doğu ve güney-doğu sınırlarını emniyete almak için yapılan iskanlar: İskân politikalarında ikinci hareket, 15. ve 16. yüzyıllarda Doğu’da beliren tehdide karşı özellikle Doğu ve Güneydoğu’da yerleştirilen Oğuz boyları ile olmuştur. Bu hareket 19. ve 20. yüzyıllarda Rus tehdidine karşı da gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde Kars-Erzurum hattına yapılan iskânlar bu gerekçeye dayanmaktadır.Bu çalışmamızla ilgili olan iskan politikası bu gurupta yapılan çalışmalardır.
  2. Duraklama ve gerileme dönemlerinde yaşanan göçlere bağlı iskanlar: Gerileme döneminde yaşanan toprak kayıplarından sonra oluşan geri çekilme dalgası, kuruluş ve gelişme dönemlerindeki ileriye iskan uygulamasının tersine dönmesiyle sonuçlanmıştı. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından îtibâren, harbler sebebiyle elden çıkan topraklardaki zulme uğrayan müslümanlar ve Türkler, Balkanlar başta olmak üzere, Kafkasya ve Kırım’dan Anadolu’ya göç ettiler. Yaşanan yoğun göçlerin yarattığı karmaşayı yönetebilmek amacıyla, 1860’da “İskân-ı Muhacirin Komisyonu” kuruldu.

Daha önceki dönemlerde dışa dönük İskân siyâseti tâkib eden Osmanlı, içe dönük bir iskân politikası tâkib etmeye başladı. Göçmenler, boş ve harâb sahalara İskân edilerek ekonomiye katkıda bulunmaları düşüncesi gündeme geldi.

Terk edilen topraklardan İstanbul ve Anadolu’ya geri dönen muhacirler, yoğun olarak, nüfus, sosyal-ekonomik ve askeri problemlere sebep olmuştur. Asker ve vergi alınmayan (en azından bir dönem için),arazi-iş-konut ve maddi yardım alan göçmenler zaten bozuk olan Osmanlı ekonomisini daha da yetersiz hale getirmişlerdi. Kaybedilen topraklarla birlikte kaybedilen vergi gelirlerine ek olarak ödenen savaş tazminatları da, ekonominin çökmesinde etken olmuşlardır. Kısaca özetlemek gerekirse, gerileme dönemindeki göç ve iskȃnların Osmanlı ekonomisine etkileri: vergi kayıpları, savaş tazminatları, muhacirlere yapılan harcamalar (maaş-ev-arazi-iş teminleri) ve vergi-asker alınmaması olmuştur.

Osmanlı’nın serdengeçtilerine örnek: Delilerden biri… AŞK OLSUN, ERENLER

  1. Şekavet ve huzursuzlukları önleme amacına yönelik iskanlar: On sekizinci yüzyılda, eşkiyalık yapan ve halkın huzurunu bozarak yerlerini terketmesine yol açan aşiretler, yurt içinde iskȃna tabi tutuldular. Yaşanan iktisadî ve sosyal buhranlar sonucunda, evini ve çiftini terk eden halk, İstanbul ve diğer büyük şehirlerin çevresine yerleşti.

Bu uygulama daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme dönemlerinde olmuştur. Büyüme ve genişleme döneminde, bu guruplara yapılan iskȃnlar, yeni elde edilen topraklarda gerçekleştirilirken, sonraları ülke içinde değişik bölgelere yöneltilmiştir. Oğuz boylarındaki uygulamalar nispeten daha sessizce gerçekleşirken, 19. yüzyıldan sonra dış güçlerin hedefi haline gelen ve toplam iskâna uğrayanların % 10’unu bulmayan ekrad taifesinde, ciddȋ problemler yaratmıştır. Nitekim feodal yapının korunması amacı ile, ilk kez 1806’da başlayan Kürt ayaklanmaları, 1850’den sonra uluslararası destekli hale gelmiştir.

Her biri ayrı bir inceleme ve kitap(lar) konusu olabilecek bu tespitlerden, sadece doğu bölgesine ve doğudan yapılan iskȃnlar bu çalışmanın konusu olacaktır.

[1] Claude Cahen, Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, İstanbul 1979, s. 240.

Sosyal olun, Paylaşın!
Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir